CrazYD
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

CrazYD


 
AnasayfaPortaLGaleriAramaLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 İngilizce'de en sık kullanılan phrasal verb'lerin kullanımı ve listesi

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
IceBLue
קคtг๏ภ
קคtг๏ภ
IceBLue


Mesaj Sayısı : 1238
Yaş : 32
Nerden : South Park
Fanatik : İngilizce'de en sık kullanılan phrasal verb'lerin kullanımı ve listesi 3cfc6cbe9b5f994873e98f5d8805462f
Kayıt tarihi : 20/07/08

İngilizce'de en sık kullanılan phrasal verb'lerin kullanımı ve listesi Empty
MesajKonu: İngilizce'de en sık kullanılan phrasal verb'lerin kullanımı ve listesi   İngilizce'de en sık kullanılan phrasal verb'lerin kullanımı ve listesi Icon_minitimeSalı 5 Ağus. - 12:14

İngilizce'de en sık kullanılan phrasal verb'lerin kullanımı ve listesi
(Most common phrasal verbs in English)
Phrasal verbs çoğunlukla bir edat ve birden daha fazla sözcük veya sözcük grubunun bir araya gelmesinden oluşan eylemlerdir. Phrasal verbs’ ler çoğu kez dilin güncel kullanımlarından ortaya çıkar ve sık kullanıldığı için zamanla dilin ana yapısını oluşturur. Phrasal verbs hem geçişsiz hem de geçişli fiil olarak kullanılabilir.

GEÇİŞSİZ FİLLERE ÖRNEK

(The children were sitting around, doing nothing (Çocuklar hiçbir şey yapmıyorlar, öylece oturuyorlardı.)

The witness finally broke down on the stand. (Tanık sonunda durumu değiştirdi)

GEÇİŞLİ FİİLLERE ÖRNEK

Our boss called off the meeting. (Patronumuz toplantıyı erteledi)

She looked up her old boyfriend. (Eski erkek arkadaşını aradı.)


Bu yapıdaki bir fiil ile birleşmiş kelimeye (çoğu kez bir edat ile) takı denir.

Phrasal verbs ‘ler ile ilgili yaşanan problem, öncelikle anlamlarındaki belirsizliktir ve çoğunlukla P.V’ler birkaç farklı anlamı ifade ederler.

Örneğin;

To make out: bir şeyin farkına varmak veya görmek, Bu sözcük grubu aynı sevişmek anlamına da gelebilir.

If someone chooses to turn up the street (Eğer biri caddeden yukarı doğru gitmeyi tercih ederse)

Yukarıdaki örnekte kullanılan "Turn up" bir edat ile bir fiilin birleşmesidir ama bir P.V değildir. Yani gerçek anlamında kullanılmışlardır. Ama aşağıdaki örnekte "turn up" phrasal verb olarak kullanılmakta ve tamamen farklı anlamlar vermektedir.

if your neighbors unexpectedly turn up (appear) at a party or your brother turns up his radio,
( Eğer komşularınız beklenmedik bir anda bir partiye gelirse veya erkek kardeşiniz radyonun sesini yükseltirse)

Ayrıca P.V ‘ ü oluşturan fiil, edat veya sözcük grupları her zaman yan yana yazılmazlar.

"Fill this out," (Bunu doldurun) diyebiliriz ya da
"Fill out this form." diyebiliriz. Her ikisi de doğrudur.

Phrasal verblerin geniş listesini; ayrılabilir-ayrılamaz, geçişli-geçişsiz phrasal verbs’lerin listesi aşağıda verilmiştir. Fiillerin listesi kısa tanımlarla ve örneklemelerle bir araya getirilmiştir. Liste basıldığı takdirde kullandığınız yazı tipi veya tarayıcınıza göre beş veya altı sayfadır. Öncelikle bu dili öğrenenlerin P.V konusunda başarılı olmak için yapmaları gereken şey, çok fazla okumak ve dinlemektir. Bir de iyi bir sözlük edinmek, oldukça yararlı olacaktır.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://crazyd.wwooww.net
IceBLue
קคtг๏ภ
קคtг๏ภ
IceBLue


Mesaj Sayısı : 1238
Yaş : 32
Nerden : South Park
Fanatik : İngilizce'de en sık kullanılan phrasal verb'lerin kullanımı ve listesi 3cfc6cbe9b5f994873e98f5d8805462f
Kayıt tarihi : 20/07/08

İngilizce'de en sık kullanılan phrasal verb'lerin kullanımı ve listesi Empty
MesajKonu: Geri: İngilizce'de en sık kullanılan phrasal verb'lerin kullanımı ve listesi   İngilizce'de en sık kullanılan phrasal verb'lerin kullanımı ve listesi Icon_minitimeSalı 5 Ağus. - 12:15

Seperable (Ayrılabilir) Phrasal Verbs

Nesne, phrasal verbs ‘ den sonra gelebilir, veya cümleyi iki kısma ayırabilir.

· You have to do this paint job over. (Bu boyamayı tekrar yapman gerekir.)

· You have to do over this paint job.

Aşağıdaki Phrasal verbs’lerin nesnesi zamir olduğunda, bu iki kısmın ayrılması gerekir

Fiil


Anlam


Örnek

blow up


Patlamak, havaya uçurmak


The terrorists tried to blow up the railroad station.
“Teröristler demiryolu istasyonunu havaya uçurmaya çalıştılar.”

bring up


Bir konudan bahsetmek


My mother brought up that little matter of my prison record again.
“Annem, o kadar da önemli olmayan sabıka kaydımdan bahsetti.”

bring up


Çocuk yetiştirmek.


It isn't easy to bring up children nowadays.
“Bu günlerde çocuk yetiştirmek kolay değil.”

call off


İptal etmek


They called off this afternoon's meeting
“Öğleden sonraki toplantıyı iptal ettiler.”

do over


Bir işi tekrar etmek


Do this homework over.
“Bu ödevi tekrar yap.”

fill out


Bir formu doldurmak


Fill out this application form and mail it in.
“Bu başvuru formunu doldur ve postala.”


fill up


Tamamen-ağzına kadar doldurmak


She filled up the grocery cart with free food.
“Sepeti tamamen, bedava yiyecekle doldurdu.”

find out


öğrenmek


My sister found out that her husband had been planning a surprise party for her.
“Kız kardeşim kocasının onun için sürpriz bir parti düzenlediğini öğrendi.”

give away


Birisine bir şeyi bedava vermek


The filling station was giving away free gas.
“Benzin istasyonu bedava gaz veriyordu.”

give back


Bir şeyi geri vermek


My brother borrowed my car. I have a feeling he's not about to give it back.
“Erkek kardeşim arabamı ödünç aldı.Arabayı geri vermeyeceğini düşünüyorum.”

hand in


Bir şeyi onaylamak (ödev yapmak)


The students handed in their papers and left the room.
“Öğrenciler, ödevlerini tamamladılar ve sınıftan çıktılar.”

hang up


Telefonu kapatmak


She hung up the phone before she hung up her clothes.
“Kıyafetini asmadan önce telefonu kapadı.”

hold up


Geciktirmek


I hate to hold up the meeting, but I have to go to the bathroom.
“Toplantıyı geciktirmekten hiç hoşlanmıyorum ama lavaboya gitmem gerekiyor.”

hold up (2)


soymak


Three masked gunmen held up the Security Bank this afternoon.
“Üç maskeli ve silahlı adam Güvenlik Bankasını bu öğleden sonra soydular.”

leave out


Atlamak, çıkarmak, savsaklamak


You left out the part about the police chase down.
(Polisin kovalamasıyla ilgili bölümü atladın.)

look over


incelemek, kontrol etmek


The lawyers looked over the papers carefully before questioning the witness. (They looked them over carefully.)
“Avukatlar tanıkları sorgulamadan önce evrakları dikkatlice incelediler.”

look up


Bir listenin içinde aramak


You've misspelled this word again. You'd better look it up.
“Bu kelimeyi yine yanlış yazdın.Doğru yazılımına baksan iyi olacak.”

make up


Bir hikaye veya yalan uydurmak


She knew she was in trouble, so she made up a story about going to the movies with her friends.
“Başının belada olduğunun farkındaydı bu yüzden arkadaşlarıyla sinemaya gittiğini uydurdu.”

make out


Duymak, algılamak


He was so far away, we really couldn't make out what he was saying.
“O kadar uzaktaydı ki onun ne söylediğini duyamadık.”

pick out


Seçmek


There were three men in the line-up. She picked out the guy she thought had stolen her purse.
“Sırada üç adam vardı.Cüzdanını çaldığını düşündüğü adamı seçti.”

pick up


Bir şeyi kaldırmak


The crane picked up the entire house. (Watch them pick it up.)
“Vinç bütün evi havaya kaldırdı.”

point out


Dikkat çekmek, belirtmek


As we drove through Paris, Francoise pointed out the major historical sites.
“Paris’ten arabayla geçerken, Francoise başlıca tarihi yerlere dikkatimizi çekti.”

put away


Saklamak


We put away money for our retirement. She put away the cereal boxes.
“Paramızı emekliliğimiz için saklıyoruz.”

put off


Ertelemek


We asked the boss to put off the meeting until tomorrow. (Please put it off for another day.)
“Patrondan toplantıyı yarına kadar ertelemesini rica ettik.”

put on


Giyinmek


I put on a sweater and a jacket. (I put them on quickly.)
“Bir süveter ve ceket giydim.”

put out


Söndürmek


The firefighters put out the house fire before it could spread. (They put it out quickly.)
“İtfaiyeciler yangını, bütün evi sarmadan söndürdüler.”

read over


Dikkatli okumak


I read over the homework, but couldn't make any sense of it.
“Ödevi dikkatli okudum ama hiçbir şey anlamadım.”

set up


Düzenlemek, kurmak


My wife set up the living room exactly the way she wanted it. She set it up.

“Karım sofrayı tam istediği gibi hazırladı.”

take down


Not etmek


These are your instructions. Write them down before you forget.
“Unutmadan bu bilgileri bir yere not et.”

take off


Kıyafet çıkarmak


It was so hot that I had to take off my shirt.
“Hava öyle sıcaktı ki tişörtümü çıkartmak zorunda kaldım.”

talk over


tartışmak


We have serious problems here. Let's talk them over like adults.
“Yaşadığımız ciddi problemleri tıpkı bir yetişkin gibi tartışmalıyız.”

throw away


atmak


That's a lot of money! Don't just throw it away.
“Pahalı bir şey o! Sakın atma.”

try on


Kıyafet denemek


She tried on fifteen dresses before she found one she liked.
“Beğendiği elbiseyi bulana kadar on beş tane kıyafet denedi.”

try out


denemek


I tried out four cars before I could find one that pleased me.
“İstediğim arabayı bulana kadar dört tane araba denedim.”

turn down


Bir şeyin sesini kısmak


Your radio is driving me crazy! Please turn it down.
“Radyonun yüksek sesi beni rahatsız ediyor.Lütfen biraz sesini kıs.”

turn down (2)


Reddetmek, geri çevirmek


He applied for a promotion twice this year, but he was turned down both times.
“Bu yıl iki kez terfi etmek için talepte bulundu ama her defasında geri çevrildi.”

turn up


Bir şeyin sesini yükseltmek


Grandpa couldn't hear, so he turned up his hearing aid.
“Büyük babam duyamadığı için kulaklığının sesini açtı.”

turn off


Elektriği kapamak


We turned off the lights before anyone could see us.
“Kimse bizi görmeden ışığı söndürdük.”

turn off (2)


Mide bulandırmak, tiksindirmek


It was a disgusting movie. It really turned me off.
“O kadar kötü filmdi ki midem bulandı.”

turn on


Elektriği açmak


Turn on the CD player so we can dance.
“CD çaları açta dans edelim.”

use up


boşaltmak


The gang members used up all the money and went out to rob some more banks.
“Gangsterler bütün parayı boşalttılar ve birkaç banka daha soymak için gittiler.”
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://crazyd.wwooww.net
IceBLue
קคtг๏ภ
קคtг๏ภ
IceBLue


Mesaj Sayısı : 1238
Yaş : 32
Nerden : South Park
Fanatik : İngilizce'de en sık kullanılan phrasal verb'lerin kullanımı ve listesi 3cfc6cbe9b5f994873e98f5d8805462f
Kayıt tarihi : 20/07/08

İngilizce'de en sık kullanılan phrasal verb'lerin kullanımı ve listesi Empty
MesajKonu: Geri: İngilizce'de en sık kullanılan phrasal verb'lerin kullanımı ve listesi   İngilizce'de en sık kullanılan phrasal verb'lerin kullanımı ve listesi Icon_minitimeSalı 5 Ağus. - 12:16

Inseperable (ayrılmaz) Phrasal Verbs
Transitive (Geçişli)

Aşağıdaki phrasal verbs ‘ ler ile asıl eylem cümlede birlikte yer aldığı edatlardan (veya diğer kısımlardan) ayrılamaz :"Who will look after my estate when I'm gone" "Ben yokken evime kim bakacak?"

Fiil


Anlam


Örnek

call on


Ezbere okumak


The teacher called on students in the back row.
(Öğretmen arka sıradaki öğrencilerin isimlerini ezbere söyledi.)


call on (2)


Ziyaret etmek


The old minister continued to call on his sick parishioners.
“Eski başkan, hasta kilise cemiyeti üyelerini ziyaret etmeye devam etti.”

get over


Bir hastalığı atlatmak veya bir hayal kırıklığının üstesinden gelmek


I got over the flu, but I don't know if I'll ever get over my broken heart.
“Nezleyi atlattım ama kırılan kalbimi onarabilecek miyim, hiç bilmiyorum.”

go over


Yeniden incelemek, gözden geçirmek


The students went over the material before the exam. They should have gone over it twice.
“Öğrenciler sınavdan önce konuları tekrar gözden geçirdiler. İki kez bakmalıydılar..”

go through


tüketmek


They country went through most of its coal reserves in one year. Did he go through all his money already?
“Ülkeleri, bir yıl içinde en çok, kömür rezervlerini tüketti.
Bütün parasını şimdiden harcadı mı?”

look after


İlgilenmek, bakmak


My mother promised to look after my dog while I was gone.
“Annem ben yokken köpeğime bakacağına söz verdi.”

look into


Araştırmak, incelemek


The police will look into the possibilities of embezzlement.
“Polis zimmete para geçirme olasılıklarını araştıracak.”

run across


rastlamak


I ran across my old roommate at the college reunion.
“Eski oda arkadaşımla kolej yemeğinde karşılaştım.”

run into


Karşılaşmak, rast gelmek


Carlos ran into his English professor in the hallway.
“Carlos İngilizce profesörüyle koridorda karşılaştı.”

take after


benzemek


My second son seems to take after his mother.
“Ortanca oğlum annesine benziyor.”

wait on


Servis yapmak


It seemed strange to see my old boss wait on tables.
“Eski patronumu masalara servis yaparken görmek çok tuhaftı.”
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://crazyd.wwooww.net
IceBLue
קคtг๏ภ
קคtг๏ภ
IceBLue


Mesaj Sayısı : 1238
Yaş : 32
Nerden : South Park
Fanatik : İngilizce'de en sık kullanılan phrasal verb'lerin kullanımı ve listesi 3cfc6cbe9b5f994873e98f5d8805462f
Kayıt tarihi : 20/07/08

İngilizce'de en sık kullanılan phrasal verb'lerin kullanımı ve listesi Empty
MesajKonu: Geri: İngilizce'de en sık kullanılan phrasal verb'lerin kullanımı ve listesi   İngilizce'de en sık kullanılan phrasal verb'lerin kullanımı ve listesi Icon_minitimeSalı 5 Ağus. - 12:16

Üç Kelimeden Oluşan Phrasal Verbs (Geçişli)

Aşağıdaki phrasal verbs ‘ ler de üç kısım göreceksiniz : "My brother dropped out of school before he could graduate." “ Erkek kardeşim mezun olamadan okulu bıraktı.”

Fiil


Anlam


Örnek

break in on


Bir sohbeti bölmek


I was talking to Mom on the phone when the operator broke in on our call.

“Operatör konuşmamızı kestiği zaman telefonda annemle konuşuyordum.”

catch up with


Yakın olmak


After our month-long trip, it was time to catch up with the neighbors and the news around town.
“Aylar süren yolculuğumuzdan sonra, komşulara ve kasaba çevresine yakın olup onlardan haber almanın vakti gelmişti.”

check up on


İncelemek, kontrol etmek


The boys promised to check up on the condition of the summer house from time to time.
“Çocuklar yazlığa zaman, zaman bakmak için söz verdiler.”

come up with


Bağışta bulunmak


After years of giving nothing, the old parishioner was able to come up with a thousand-dollar donation.
“Eski kilise cemiyeti üyesi bin dolarlık bir bağış yaptı. Yıllardır hiçbir bağışta bulunmamıştı.”

cut down on


Kesmek, azaltmak


We tried to cut down on the money we were spending on entertainment.
“Eğlenceye harcadığımız parayı azaltmaya çalıştık.”

drop out of


Sınıfta kalmak


I hope none of my students drop out of school this semester.
“Umarım öğrencilerimin hiç biri bu sömestr sınıfta kalmaz.”

get along with


İyi anlaşmak


I found it very hard to get along with my brother when we were young.
“Erkek kardeşimle anlaşmak, küçükken daha zordu.”

get away with


Bir işten sıyrılmak


Janik cheated on the exam and then tried to get away with it.
“Janik sınavda kopya çektiği halde bu işten sıyrılmaya çalıştı.”

get rid of


kurtulmak


The citizens tried to get rid of their corrupt mayor in the recent election.
“Vatandaşlar son seçimlerde fırsatçı belediye başkanından kurtulmaya çalıştı.”

get through with


bitirmek


When will you ever get through with that program?
“Bu programı ne zaman bitiriceksin?”

keep up with


Geri kalmamak


It's hard to keep up with the Joneses when you lose your job!

look forward to


Dört gözle beklemek


I always look forward to the beginning of a new semester.
“Yeni sömestrin başlamasını her zaman dört gözle beklerim.”

look down on


Hor görmek, küçümsemek


It's typical of a jingoistic country that the citizens look down on their geographical neighbors.
Komşularını, tipik ırkçı ülke vatandaşları küçümserler.

look in on


Birini ziyaret etmek


We were going to look in on my brother-in-law, but he wasn't home.
“Kayınbiraderimi ziyaret edecektik ama evde yoktu.”

look out for


Önce davranmak, tahmin etmek


Good instructors will look out for early signs of failure in their students
“İyi eğitimciler öğrencilerinin yapacakları hataları önceden görürler.”

look up to


Saygı göstermek


First-graders really look up to their teachers.
“Eski nesil, öğretmenlerine gerçekten saygı gösterirler.”

make sure of


Doğrulamak, emin olmak


Make sure of the student's identity before you let him into the classroom.
“Öğrencilerinizi sınıfa almadan önce, kimliklerinin doğru olduğundan emin olun.”

put up with


Hoşgörü göstermek


The teacher had to put up with a great deal of nonsense from the new students.
“Öğretmen yeni öğrencilerin bütün saçmalıklarını hoş görmek zorunda kaldı.”

run out of


tükenmek


The runners ran out of energy before the end of the race.
“Koşucuların dirençleri, yarışın sonuna gelmeden tükenmişti.”

take care of


İlgilenmek, sorumlu olmak


My oldest sister took care of us younger children after Mom died.
“Ablam, annem öldükten sonra bize, daha küçük çocuklara baktı.”

talk back to


Kaba bir şekilde cevap vermek


The star player talked back to the coach and was thrown off the team.

think back on


Yad etmek, anmak


I often think back on my childhood with great pleasure.
“Çocukluğumu sık, sık büyük bir mutlulukla anarım.”

walk out on


Terk etmek, başından atmak


Her husband walked out on her and their three children.
“Kocası onu ve üç çocuğunu terketti.”
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://crazyd.wwooww.net
IceBLue
קคtг๏ภ
קคtг๏ภ
IceBLue


Mesaj Sayısı : 1238
Yaş : 32
Nerden : South Park
Fanatik : İngilizce'de en sık kullanılan phrasal verb'lerin kullanımı ve listesi 3cfc6cbe9b5f994873e98f5d8805462f
Kayıt tarihi : 20/07/08

İngilizce'de en sık kullanılan phrasal verb'lerin kullanımı ve listesi Empty
MesajKonu: Geri: İngilizce'de en sık kullanılan phrasal verb'lerin kullanımı ve listesi   İngilizce'de en sık kullanılan phrasal verb'lerin kullanımı ve listesi Icon_minitimeSalı 5 Ağus. - 12:17

Intransitive (Geçişsiz) Phrasal Verbs

Aşağıdaki phrasal verbs ‘ ler nesne almazlar. "Once you leave home, you can never really go back again." “Evden bir kez ayrılırsan, bir daha asla geri dönemezsin.”

Fiil


Anlam


Örnek

break down


bozulmak


That old Jeep had a tendency to break down just when I needed it the most.
“Eski cipim, ona en ihtiyacım olduğu zamanda bozuldu.”

catch on


tutmak


Popular songs seem to catch on in California first and then spread eastward.
“Popüler şarkılar önce California da tutar daha sonra doğuya doğru yayılır.”

come back


Geri dönmek


Father promised that we would never come back to this horrible place.
“Babam, bu berbat yere bir daha dönmeyeceğimize söz verdi.”

come in


girmek


They tried to come in through the back door, but it was locked.
“Arka kapıdan girmeyi denediler ama kapı kilitliydi.”

come to


Şuuru yerine gelmek


He was hit on the head very hard, but after several minutes, he started to come to again.
“Kafasını çok kötü çarptı ama birkaç dakika sonra bilinci yerine gelmeye başladı.”

come over


Ziyaret etmek


The children promised to come over, but they never do.
“Çocuklar ziyaret edeceklerine söz verdiler ama hiç gelmiyorlar.”

drop by


Habersiz ziyaret etmek


We used to just drop by, but they were never home, so we stopped doing that.
“Eskiden habersiz uğrardık ama onları hiç evde bulamazdık bu yüzden artık gitmiyoruz.”

eat out


Yemek için dışarıya çıkmak


When we visited Paris, we loved eating out in the sidewalk cafes.
“Paris’e gittiğimizde kaldırım kafelerinde yemek yemeye bayılırdık.”

get by


Hayatını sürdürmek


Uncle Heine didn't have much money, but he always seemed to get by without borrowing money from relatives.

“Heine amcanın çok fazla parası yoktu ama o, akrabalarından borç almadan da her zaman hayatını sürdürürdü.”

get up


kalkmak


Grandmother tried to get up, but the couch was too low, and she couldn't make it on her own.
"Büyükannem ayağa kalkmaya çalıştı ama kanepe çok alçak olduğu için kendi başına kalkamadı."

go back


Geri dönmek


It's hard to imagine that we will ever go back to Lithuania.
“Litvanya’ya bir daha geri dönemeyeceğimizi düşünmek çok zor.”

go on


Devam etmek


He would finish one Dickens novel and then just go on to the next.
“Dickens romanının birini bitirir, hemen bir sonrakine devam ederdi.”

go on (2)


Olmak, meydana gelmek


The cops heard all the noise and stopped to see what was going on.

“Polisler bütün gürültüyü duydu ve neler olduğuna bakmak için durdu.”

grow up


büyümek


Charles grew up to be a lot like his father.
“Charles tıpkı babası gibi olmak için büyüdü.”

keep away


Uzak durmak


The judge warned the stalker to keep away from his victim's home.
“Yargıç, suçluyu kurbanın evinden uzak durması için ikaz etti.”

keep on (with gerund)


Devam etmek


He tried to keep on singing long after his voice was ruined.

“Sesini iyice kaybetmeye başladıktan sonra bile şarkı söylemeye devam etmeye çalıştı.”

pass out


bayılmak


He had drunk too much; he passed out on the sidewalk outside the bar.

“Öyle çok içmişti ki barın önündeki kaldırıma düşüp bayıldı.”

show off


Gösteriş yapmak


Whenever he sat down at the piano, we knew he was going to show off.
“Piyanonun başına ne zaman otursa, gösteriş yapacağını bilirdik.”

show up


Varmak, ortaya çıkmak


Day after day, Efrain showed up for class twenty minutes late.
(Efrain ardı ardına derse yirmi dakika geç kalıyordu.)

wake up


Uyanmak


I woke up when the rooster crowed.
“Horoz öttüğünde uyandım.”
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://crazyd.wwooww.net
 
İngilizce'de en sık kullanılan phrasal verb'lerin kullanımı ve listesi
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Phrasal Verbs

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
CrazYD :: EngLish :: Grammar-
Buraya geçin: